ÖYKÜ 

HAYALLER ‘KESİLİR’ Mİ? KESİLİRMİŞ…

Bir koku insanı ısıtır mı? İlkokuldaydım, kışın eve üşüyerek girince annemin yaptığı mis gibi çorbanın kokusu resmen beni ısıtırdı. Oldukça uzun mesafeden yürüyerek geldiğim evde donan parmaklarımı çıtırdayan sobaya yaklaştırırdım; insanın ellerini hissetmemesi ne kötü bir his… Hemen ısınsın da benim olsunlar diye acele eder, üstüne de çorbamı içince sıcacık olurdu bedenim… Sonra kimse tutamazdı beni. Önce dışarı koşar, kar-çamur demeden mahalle arkadaşlarımla top oynar; akşam da annemin dizine koyardım başımı. Sobanın ve annemin sıcağında saçım okşanırkenki huzurum… Bir gün ailesiyle akşam oturmasına gelen arkadaşım Ahmet beni o halde görünce dalga geçmişti, “Çocuk musun oğlum sen?” diye. Aradan 7 yıl geçmiş; ben hâlâ çocuktum, biliyor musun, Ahmet, bir gecede büyüdüm ben, keşke hiç büyümeseydim!

Ahmet’le yolumuz hiç ayrılmadı, ben hep top peşinde koştum, o ise ders, sınav peşinde koştu… Matematik sorularını biz daha okuyup anlamaya çalışırken o çözer, bize de laf atardı “Oğlum, yapay zekâ üretip hepinize dağıtacağım, merak etmeyin” diye… Ben ona futbolcu olma hayallerimi anlatırken o kitap okur, ara ara beni onaylayıp tezahürat yapıp geri dönerdi kitaplarıyla yarattığı dünyaya… Ben futbol kulübü seçimleri için dakika tutup antrenman yaparken o da “O kadar dakikada kaç soru çözeceğim?” diye kendiyle yarışırdı. Tanıdığım en akıllı insandı Ahmet; sanki bir gün dünyayı o kurtaracak kadar güvenirdim onun o koca kafasına! Top peşinde koşturmak dışında ondan iyi olduğum tek konu tavlaydı ve onu yenip koltuğuna tavlayı sıkıştırıp evden gönderirken bana hep söylenirdi: “Ballısın oğlum sen, senin kadar şanslı adam görmedim lan ben!

Bir gün eve gittiğimde annemi yine Türk filmi izleyip ağlarken gördüm. Annem beni tek başına büyütmüş, çok acılar çekmiş ama bunu bana hiç hissettirmemiş, çok güçlü bir kadındı. O, nöbetçi gözyaşlarını serbestçe akıtmak için izliyordu sanki o filmleri; bir sebebin arkasına sığınıp rahatça ağlamaktı bence amacı. Gittim sarıldım, “Beni hiç bırakma, olur mu, anne?” deyince o muzip tavrıyla gülerek “Olur oğlum, kazık çakacağım zaten ben bu ölümlü dünyaya” dedi.

Ben bunları düşünürken içeri hemşire hanım girdi: “Günaydın, Ali, bakım saati, bakalım yaran bugün nasıl?

Hemşire üstümdeki örtüyü açtığı an sesi artık sadece uğultu olarak geliyordu kulağıma. 36 gündür o örtü her kalktığında aynı şaşkınlıkla bakıyordum onlara, olmayan bacaklarıma, sanki her gün bir kâbustan uyanmayı diliyordum ama yok, bitmiyordu kâbus, bacaklarım kasığımın biraz altından kesilmişti; yoklardı!

Ahmet, koca kafalı arkadaşım benim, ben ne zaman büyüdüm biliyor musun, bir gecede, 6 Şubat’ın o zifiri karanlığı vardı ya, hani yeryüzü yarılıp tüm mahallemizi yuttu ya; o gece büyüdüm ben, bir gecede yüz yıl yaşlandım, ruhum asırlık acı çekiyor o günden beri.

Annem, pamuğum benim, hani hiç bırakmayacaktın elimi? Hani dua ederdin “Ayağına taş değmesin” diye; o taşlar üç gün kaldığım göçük altında yok etti bacaklarımı, günlerce “Yardım edin!” diye bağıra bağıra kaybettim ben her şeyimi; ancak üçüncü gün yardım ulaştı. Hayatımda ilk defa aynı odada beni ısıtamadın be annem, soğuk alnımı delerken hayalinle ısınmaya çalıştım. Hani kazık çakacaktın bu ölümlü dünyaya, söylesene, neden gittin?

Ahmet, oğlum, hani ballı olan bendim; sen öldün gittin oğlum, o içini doldurduğun koca kafanı aldın gittin, kolay olan oydu. Ben ne bok yiyeceğim şimdi? Sen yoksun, annem yok, kimsem yok, bacaklarım yok, futbol hayalim yok, geleceğe dair hiçbir umudum yok, yok yok, yooook; şimdi ballı olan sen misin, oğlum, ben miyim? İnsanın umutları kesilir miymiş? Ben o örtünün altında gördüm onu, oğlum, insanın hayalleri kesilirmiş, hem de bir testereyle.

Kapı açıldı, personel ‘yemek saati’ diye girince odayı çorba kokusu kapladı, annemin yaptığı tavuk suyuna çorba kokusu… O kışın donan parmak uçlarıma çorba içip ısındıkça bir his gelirdi ya; annemin çorbasından olsa yine hisseder miydim ki olmayan bacaklarımı?

* * *

Bu öyküyü yaşadığımız büyük deprem sonrası elini, kolunu, bacağını, hayallerini yitiren binlerce çocuğumuz, gencimiz için yazdım. Bir hekim olarak, ortopedi servisinde ampute edilmiş onlarca gencin gözündeki çaresizliği, söylenen her sözde uzaklara dalıp gidişlerini, uyuyunca o geceye dönme korkusuyla günlerce uyumayanlarını, ölüme özenir mi insan – ölenlerin yerinde olmak isteyenleri gördüm ben.

Protez şansına çok azının sahip olacağını, rehabilitasyon imkânlarının kısıtlılığını düşününce inanın her gün kahroluyorum. Afetin üstünden 6 ay geçti ama hiçbir şey bitmedi, başlaması gereken çok hayal, yaşanacak çok hayat, yapılması gereken çok şey var. O günleri hiç unutmadım ve benim o gençlere verdiğim bir sözüm var: O büyük afette yaşananları, unutturmayacağım!

Toprağın yuttuğu binlerce hayal, yıkılmış binlerce hayat varken yatağında rahatça uyuyabilenler, sizi acaba ne uyandırır ki uykunuzdan?

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar